"MODA, TREND VE ERGUVANLAR"
Suna TEPE
10 Mayıs 2017 Çarşamba 18:30
Merhaba,
Bir türlü yazamadığım, toparlayamadığım, kafamda dans eden konuları buraya dökebilmek hemen olamadı bugünlerde. Malum bahar geldi, yenilenme mevsimidir ya hani, yapılabilecek en kolay şey öncelkile evden başlamaktı hepimizin yaptığı gibi. Eh, ben de öyle yaptım ama devinip dururken arada içtiğim soğuk suların beni hasta etmesine de engel olamadım. Neyse artık, bu sezonun ikinci ve son hastalığıdır deyip avunuyorum. Pek kullanmayı sevmem ama yaşasın ilaç destekler, evdeki cadılıklar yeterli olmuyor her zaman...(Biliyorsunuz ama eklemek isterim, tarihteki ilk otacılar yaptıkları ilaçlarla insanları iyileştirdiklerirlermiş...Ama insanlar, bunun tersini de yapıp kötülüğe de sebep olacaklarını düşündükleri nden, o kadınlara “cadı” diyerek tarihin ilk doktorlarını maalesef cehalet lyüzünden anetlemişlerdir. Şimdi de toplumda kendilerince sistemlerine zararlı gördükleri kadınlara bu tabiri kullanmaları manidar gelir bana. Feministlere özellikle, neyse, konuyu dağıtmayalım. Buralara girersem çıkamayız... )
Bugünkü konuyu seçerken de neler yazılabileceğini düşünürken de epey bir kararsız kaldım dersem hiç de yalan olmaz ve hatta zorlandım.. Elbette yazacak onca konunun arasından moda-trend ikilisini yazacaklarının içine seçince zorlanmamak mümkün değil. Eminim yüzünüzde ufaktan bir tebessm beliriverdi, ne var bu basit konuda tereddüt edecek, zaten ikisi de aynı şey deyiverdiniz. Demediniz mi? Dediniz...İşte olay başlamış oldu, buyrun bakalım...Uçsuz bucaksız bir serüven bu mecra...En basitine göz kırparsak da...Her zamanki gibi teğetimizi geçelim.
İnsan onlarca yılı geride bırakıp benim yaşlarıma gelince dönüp geriye baktığında epey bir anısı oluyor onu gülümseten ya da içini burkan. Benim de hayatımın en güzel çocukluk anıları annemle didişmekle ortaya çıktı. Altmışlı yılların ilk yarısında, daha ilkokula gitmezken , bulduğum her fırsatta annemin incecik topuklu ayakabılarına koşar, onları ayağıma geçirirdim. Bazen evin içinde epey bir dolanabilirdim onlarla, artık ne zevk alıyorsam. Bazen de bir “çıttt” sesi ile irkilip, gerçek dünyaya dönerdim küçük kadınlıktan. İnanın bu şekilde kaç ayakabı topuğu katlettim hiç bilmiyorum. Gözünüzün önüne getirin Allah aşkına, şimdi bile otuzbeş numara ayağı olan birinin beş-altı yaşındaki köfte kadar ayakları anne ayakabısının neresine kadar gelir? Elbette kırılırdı o topuk...Gülüyorum yazarken ama bunu size aktaramıyorum. O yıllardan annemin kutu kadar derli toplu çantalarını ve ince topuklu ayakabılarını hatırlıyorum. Sevdiğim kolsuz elbiseleri vardı...Şık bluzları, kemerleri, aksesuarları...”Deux piece”-Döpiyes olarak Fransızcadan dilimize geçen “iki parçalı” kadın etek-ceket takımları vardı. Neyse. Daldan dala atlıyorum da bunlar bir zincirin halkaları halinde gözümün önünden geçiyor yazacaklarımı düşünürken.
Annemin temel bir sistemi vardı giyim kuşamda, yıllar geçtikçe ve ona benzer yanlarımı keşfettikçe ne kadar doğru bir bakış olduğunu görüyorum. Öyle “joker” parçalar seçerdi ki, hem çok fonksiyonel hem de kombinasyonları şık olacak şekilde olurdu hepsi. Bir bluzu hem bir pantolon üzerine hem de bir tayyörün içine giyilebilecek tarzdan seçerdi. Bunları hep sonradan anladım. Özel ilgi alanım ve bir zaman için işim de olduğunda. Okuyup geçtiniz ama demeden edemiyeceğim bu “tayyör” kelimesi de pek çok kelime gibi yine Fransızcadan “tailleur” dan geliyor. Aslında döpiyesten nüansı var, şu ki ikisi de iki parçalı kadın giysisi. Ancak döpiyes tek başına iki parçadan oluşan bir ikili ve genelde daha ince kumaştan yapılmış bir takımdır, diğeri ise erkek takım elbisesinin kadın versiyonu, daha kalın kumaştan ve içinde bir bluzla giyiliyor. Cumhuriyet kadınının da modernitenin o günlerdeki dayatması ile ve erkekle özellikle iş hayatında eşit görünme adına kadına biçtiği kostümdür. Sadece bizde değil elbette dünya için de genel geçer bir kıyafetti o günlerde...Şık ve hoştur, ayrı konu. Ama kadınların erkek gibi görünme “çabalarını” doğru bulmuyorum. Kadına her şey yakışır, isterse çuval giysin bir dokunuşla onu bir efsaneye çevirebilir bir kadın eğer isterse.
Ailemin kadınlarından öğrendiğim üzere(anneannem-annem ve teyzem, sadece bu kadar dır o kadınlar, geniş bir aile değiliz) benim de gardrobumda (bu da Fransızcadan geliyor elbette) epey bir joker parça var. Kıyamam, atamam...ve yıllar yılı kullandığımdan ama yine de pek çok şey almayı sevdiğimden ayıklarken hangisinden vazgeçeceğimi epey düşünüyorum. Günlerce uğraştım, sırf bu yüzden...Ama onlarla uğraşmayı seviyorum, beni bıraksalar seçeceğim mesleklerden ikincisi moda ve terzilik ile ilgili olurdu kesin.. İlki elbette müzikle ilgiliydi.
Bakıyorum moda-tarz yarışmaları var TV.da. İlgi alanım diye izliyorum fırsat buldukça ama genel geçer kuralları bana farkına varmadan öğreten teyzem (olgunlaşma enstitüsü hocasıydı) de ben de ağzımız açık kalıyoruz. Bazı kuralları vardır giyim olayının ama artık bu konuda hiç bir ezber kalmamış. Açık ayakabı kürkle giyiliyor, içine soket çorapla!...Turuncu ve fuşya “match” ediliyor.! Şık bir kıyafet spor ayakabı ile “snobe” ediliyor ve otoritelerden biri halktan birinin kullandığı gibi “sıfır kol” diyebiliyor! kolsuz bir elbiseye. Hadi onu geçtim, hırka-süeter-kazak-yelek ayrımını yapamayan erkekler bari oturmasalar modacı diye...Neyse. O kadar çok şey var ki, konuş konuş yetmez...Hala daha moda ve trend hakkında birşey yazmadım.
“Trend” ingilizceden geliyor,”trendan” ve sonraları “trenden” olarak en son da “trend” olarak değişime uğrayarak. “yuvarlamak”, “döndürmek-etrafında çevirmek” gibi bir anlamı var. Zaman içinde dönüşerek, yükselen ve alçalan her türlü (ekonomik, politik, sosyolojik...) eğrisel hareketin grafiklerdeki ifadesi , göstereni olarak kullanılmaya başlamış. Hemen her dilde, günümüzdeki sözlüklerde karşılığı “eğilim; akım; yönelmek; eğilim göstermek” anlamlarında; hem “isim” ve hem de “fiil” olarak kullanılıyor. Bu sözcüğü hemen her alanda görebiliyoruz. Cep telefonundan da trend diye bahsedebiliriz, cinsel devrimden de, Feminizmden de, Marksist hareketlerden de yıllara göre. Bilim alanında günümüz trendlerine örnek olarak, genetik araştırmalar, nano teknoloji ürünleri, kuantum bilgisayarları örnekleyebiliriz.
Trend ile moda kavramı arasındaki en önemli fark zamandır. Moda belirli bir zaman dilimi içerisinde yaşanan olayları kapsarken trendin böyle bir kısıtlaması yoktur ve hatta moda değişimleri trend akımlarından etkilenerek şekillenir; moda, trendin bir çıktısıdır. Trend bir kırılım noktasıdır ve moda bu kırılım hattı üzerindeki noktalardan biridir. Trend günümüzde çoklukla moda ile karıştırılmaktadır. Trend moda değildir! Trend ve Moda arasındaki fark Coco Chanel’in moda ve stil arasındaki farkı anlatmakta kullandığı “Moda geçer, stil kalır ( Fashion passes style remains)” sözü kadar keskin çizgilerle belirlenmiştir. Trend kavramının moda kelimesi ile karışmasının temel nedenlerinden biri de kitleleri etkiliyor ve harekete geçiriyor oluşundandır fakat bu harekete geçirme toplu olarak bir tavrı benimsemek anlamında kullanıldığında trend kavramından uzaklaşmaktadır. Moda giyim kuşam alanına hapsolmuş gibi görünüyor...İlk akla gelen o alandır her zaman. Moda ve stil de farklıdır elbette. Stil kişinin markası gibidir, biliriz ki odur. Yeri gelmişken, stilleriyle tarih yazmış birkaç güzel ismi hatırlayalım: Audrey Hepburn, Coco Chanel, Twiggy, Jackie (Kennedy) Onassis, Frida Kahlo, James Dean, Johnny Depp, Sienna Miller, Jane Brikin, Elvis Presley…Benim ikonum Audrey’ dir...Kısacık boyumun proporsiyonuna uymasa bile babetlerim, kısa siyah elbisem ve kutu çantalarım vazgeçilmezlerimdir...
Bir bahar temizliğinden geldiğimiz yer burası...Laf lafı açıyor.
Aslında erguvan mevsimi geldi geçiyor, onları da yazacaktım ama en azından kısaca değineyim diyorum. Onların rengi de bu yıl pudra rengi ile birlikte özellikle Avrupa modasının trendini oluşturuyormuş...Bakın nasıl da birbirine bağlı her şey, bunu çok seviyorum.
ERGUVAN deyince...(Judas tree-Batı dillerindeki adı bu ama hiç de hoş değil, “kötü adam” adlı bir ağacı kim sever ve ondan etkilenir ki?)
Bizde erguvan, ”Ergavan-Ürcuvan”dan dönüşerek Farsça’dan dilimize geçmiş bir isim. Batıda utancın, bizde ise aşkın, coşkunun simgesi olmuş, ne güzel...İyi ki de öyle olmuş bu güzel ağacın adı. Bir inanışa göre İsa'nın havarilerinden Yahuda(Judas), İsa'yı ele vererek ölümüne sebep olduktan sonra duyduğu pişmanlık sebebiyle kendisini bu ağaca asar. Beyaz çiçek açan erguvan ağacı da duyduğu utançtan kızararak bu rengi alır. Ama hala beyaz erguvanlar da var, Paşabahçe’de oturduğum bir sokak bu isimdeydi. Ordaki ağaçlar da erguvanın beyazıydı, nadirdir...
Erguvan, yüzyıllar boyu Bursa şehrinin de simgesi olmuş. Osmanlı Sultanı Yıldırım Beyazıt'ın damadı Anadolu erenlerinden Emir Sultan, her yıl erguvanların açma mevsiminde Bursa'da müritleriyle buluşurmuş. Bu buluşma nedeniyle 14. yüzyıldan itibaren erguvan şenlikleri düzenlenmiş. Şenliklerin şehrin ekonomisine olumlu etkileri görülünce 19. yüzyıla kadar gelenek olarak sürdürülmüş.
Soyluların rengidir erguvan rengi. Halkın bu rengi kullanması yasaktı. İmparatorların erkek çocukları doğduklarında saraylardaki erguvan renkli odalara alınıyorlardı. Önemli günlerde erguvan renkli özel tören kıyafetleri giyiliyordu. Mitoloji konulu bütün kitaplar da erguvandan bahsediyor. Edebiyatta da yeri oldukça önemlidir. Nisandan Mayısın başına uzanan erguvam mevsimi geçmeden onların güzelliklerini görelim görebilecek kadar kaldığı yerler kaldıysa elbette. Güzel istanbul’un boğazını boydan boya süslerken, artık ne kadarı yaşıyor bu güzelim ağaçların? Bilemiyorum. Ola ki onları görebilecek yerlerde yaşayanlardansanız ne şans!...Erguvanla ilgili yazılan bir iki güzel şiirden alıntı yaparak bitireyim...
“Bu kadeh bir bedendir cana gebe!
Bir yasemindir, erguvana gebe!
Hayır, yanlış; ne odur şarap ne bu:
Bir sudur; bir su ki yangına gebe”
-Ömer HAYYAM -(Sabahattin Eyüboğlu çevirisidir)
Hayyam yazarsa elbette ki şaraptan bir iz olacaktır...
***
“Yine çıktı beyaza, nakş-ı her serv-i gül endamın
Sarıldı yâsemen şâh-ı nihâl-i erguvân üzre”
-Nef-î-
***
“NEYDİ O BİR ZAMANLAR
istanbul ve sen / neydi o bir zamanlar
sanki gençliğime doğru yaşlanıyordum
çengelköy’de yaz unutulmaz erguvanlar
hangi yanıma dönsem seni bulurdum
içimdeki lambanın kırıldığı anlar
istanbul ve sen / sırılsıklam yaşananlar
yanardöner bir ayna yeniden ruhum
çengelköy’de yaz unutulmaz erguvanlar
gözlerinin sisinde sevdalı bir yolcuyum
hayal meyal gemiler dumanlı ilkbahar
istanbul ve sen / ikinizden kalanlar
tekrar tekrar ısrarla yaşayıp durduğum
çengelköy’de yaz unutulmaz erguvanlar
rüya mıdır gerçek mi kendi kendime sorduğum
istanbul ve sen / neydi o bir zamanlar”
-Attila İlhan-
Sağlıcakla-sevgiyle-güzellikle kalın...
Yazarın Diğer Yazıları
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2015 Bursa Bakış
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.